Kaynaklar

Kaynaklar
·        Faydalanılan Kaynaklar:
Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye, Mültekâ, Mesâil-i şerh-i vikâye, Gurer, Molla Husrev şerhi, Menhel-ül-vâridîn, Mürşid-ün-nisâ, İslâm Ahlâkı, Hakîkat Kitabevi kitapları ve Dinimiz İslam sitesi kaynak alınmıştır. İhlâs Vakfı gönüllüleri tarafından yazılmıştır

·        Hanefî, Mâlikî, Şâfiî, Hanbelî mezhebi kâideleri
 
 
Es-Seyyid Abdülhakîm bin Mustafa el-Arvasî Efendi Hazretleri

Son devir tasavvuf âlimlerinden, 1281 (m. 1865) senesinde o zaman Hakkâri Sancağı'na, bugün Van'a bağlı Başkale kasabasında doğdu. İlk tahsilini babasının yanında öğrendi. Sonra Başkale'de ibtidai ve rüştiye mekteplerini bitirdi. O zaman ilim ve irfan merkezi olan Irak'ın çeşitli şehirlerinde, Müküs kazasında yüksek âlimlerden, Arap ve Fars dili ve edebiyatı, mantık, münazara, kelam, ilahi ve tabii hikmet, fen ve matematik, tefsir, hadis, usul-i fıkh, Şafiî, Hanefî ve Mâlikî fıkhı ve tasavvuf dersleri aldı.1300 (m. 1882) senesinde zâhirî icâzet alarak memleketine dönen Seyyid Abdülhakim Arvasî, 1295 (m. 1878) yılında Seyyid Fehim Arvasî hazretlerinin huzuruna kavuştu. 1300 (m. 1882)'de zahirî ilimlerde icazet aldıktan sonra, 1305 (m. 1887) senesinde Nakşibendî yolundan icâzet aldı ve Seyyid Fehim Efendi'nin halifesi oldu. Bundan sonra memleketi Başkele'ye dönen Abdülhakim Arvasî hazretlerinin burada büyük ilmi faaliyetleri oldu. 1337 senesi Şevval ayı başında (m. Nisan 1919) İstanbul'a geldiler. 8 Zilka'de 1337 (5 Ağustos 1919) tarihinde Sultan Vahideddin tarafından Dârü'l-Hilâfeti'l-Aliyye Süleymaniye Medresesi'ne [sonra Medresetü'l-Mütehassisîn adını aldı] tasavvuf müderrisi olarak da tayin edildi. Böylece hem Kaşgarî tekkesinde ve câmilerde va'z vererek irşad faaliyetinde, hem de Süleymaniye Medresesi'nde talebe yetiştirerek tedrisatta bulundu. 1931'den sonra vefatına kadar İstanbul câmilerinde fahrî vâizlik yaptı.1362 (m. 1943) senesinde Ankara'da vefat etti. Kabri Bağlum'dadır.
Seyyid Abdülhakim Efendi'nin, Râbıta-i Şerife ve er-Riyâdü't-Tasavvufiyye isminde iki matbu eseri vardır. Birincisi ikinci defa 1342, ikincisi de 1341'de basılmıştır. Bunlar hâricinde Sevânihü'l-efkâr ve Sevâmih'ül-enzâr (Keşkül), Eshâb-ı Kirâm, Ecdâd-ı Peygamberî, Nemaz Risâlesi, İmam Hüseyn'in Şehâdeti, Mevlid Okumanın Meşruiyeti, Küfr ü Kebâir Risâlesi, Esmâ-yı Hüsnâ Şerhi, Nevevî'nin Hadîs-i Erbâîn şerhi, İslâm Hukukunda Ceza, Sefer-i Âhiret adında tab edilmemiş risâleleri ve talebelerine yazılmış risâle büyüklüğünde mektupları vardır. Arabî, Fârisî ve Türkçe şiirler yazmıştır. Vefatına kadar bilfiil talebe okuttu. Meclisinde bir dinî meselenin konuşulup izah edilmediği bir an olmazdı. "Şimdi herkese lâzım olan fıkıhta Şâfiî için İbni Hacer [Tuhfetü'l-Muhtac], Hanefî için İbni Âbidîn [Reddü'l-Muhtar]; tasavvufta Mektûbât-ı İmam-ı Rabbanî'dir" derdi. Bunların hâricinde Türkçe Birgivî Vasıyetnâmesi, Kâdızâde'nin Âmentü Şerhi, Hafız Esad Efendi'nin Dürr-i Yektâ, Muhammed bin Kutbüddin İznikî'nin Miftahü'l-Cenne [Mızraklı İlmihal], Nişancızâde'nin Mir'at-ı Kâinat, Ahmed Cevdet Paşa'nın Ma'lûmât-ı Nâfia, Reşehat ve Berekât kitaplarını medhederdi. "Fıkıh okumak, nâfile ibâdetten efdaldir" buyururdu. Dört mezhebde mütehassıs bir zâtdır
Gördüğü bir rüya üzerine tahsiline daha büyük ehemmiyet verdi. Bu rüyayı şöyle anlatmaktadır: Nehri isimli kasabada din ve fen ilimleri üzerine tahsil görüyordum. Ramazan ayını ailemle birlikte geçirmek üzere memleketime döndüm. Henüz ilk mektep kitaplarını tahsil ettiğim zamanlardı. Ramazan ayının on beşinci Salı gecesi, rüyada Allah'ın Resulünü gördüm. Yüce bir taht üzerinde risalet makamında oturmuşlardı. O'nun heybet ve celali karşısında dehşete düşmüş, yere bakarken, arkamdan bir kimse yavaş yavaş sağ tarafıma yanaştı. Göz ucuyla kendisine baktım. Kısaya yakın orta boylu, top sakallı, aydınlık alınlı bir zat... Bu zat sağ kulağıma işitilmeyecek kadar hafif bir sesle, fıkıh ilminin hayz meselelerinden bir sual sordu: "Hayz zamanında bir kadının, camiye girmesi uygun değilken, iki kapılı bir caminin bir kapısından girip öbür kapısından çıkmakta şer'an serbest midir?" Allah Resulünün heybetlerinden büzülmüştüm. Suali tekrar sormaması için gayet yavaşca ve alçak bir sesle; "Dinin sahibi hazırdır, buradadır." diye cevap verdim. Maksadım, şeriat sahibinin huzurunda kimsenin din meselelerine el atamayacağını anlatmaktı. Resulullah Efendimiz, ses işitilemeyecek bir mesafede bulunmalarına rağmen cevabımı duydular. Durmadan; "Cevap veriniz!" diye üst üste iki defa emir buyurdular. Ertesi gün, öğle namazı vaktinde pederimin camiye geliş yolları üzerinde durdum. Kendilerine bir şeyi arzedeceğimi hissederek yanıma geldiler. Rüyamı anlattım. Yüzlerine büyük bir sevinç dalgası yayılırken; "Seni müjdelerim! Fahrülâlemîn seni mezun ve din bilgilerini tebliğe memur buyurdular. İnşaallah âlim olursun! Bütün gücünle çalış!" diyerek rüyamı tabir etti. Babama; "Kâinatın efendisi huzurunda, bunca din meselesi dururken bana hayz bahsinden sual açılmasının ve cevabının tarafımdan verilmesi hakkındaki emrin hikmeti nedir?" diye sordum şu cevabı verdi: "Hayz, fıkıh bilgilerinin en zoru olduğu için böyle bir sual, senin ileride din ilimleri bakımından çok yükseleceğine işarettir". Bu rüyadan sonra, on sene müddetle, Cuma gecelerinden başka hiç bir geceyi yorgan altında geçirdiğimi hatırlamıyorum. Sabahlara kadar dersle uğraşıp insanlık icabı uykuyu kitap üzerinde geçirdim. İnsan gücünün üstünde denilebilecek bir gayret ve istekle çalıştım.
Seyyid Abdülhakim Efendi, 1897 yılında hac vazifesi ile Hicaz'a geldiğinde önce Medine'ye gelip Peygamber efendimizin kabr-i şerifini ziyaret etti. Yanında Hacı Ömer Efendi isimli eşraftan bir zat vardı. Onunla beraber bir gece, mübarek Ravza'da akşam namazından sonra, yüzünü saadet şebekesine döndürmüş, son derece edep ve hürmet içerisinde beklerken, sağ tarafında oturan Hacı Ömer Efendi kulağına eğilip yavaşça: "Refikam, şu anda özür sahibidir. Peygamber Mescidini ziyarete gelemez. Bâb-üs-Selâm'dan girerek Peygamber huzurunda bir selam verip, Bâb-ı Cibril'den çıkmasına şer'an müsaade var mıdır?" dedi. Seyyid Abdülhakim hazretleri o anda 25 yıl önceki rüyanın hatırına gelmesi ile korkuyla sarsıldı. Hacı Ömer Efendinin yüzüne bir daha baktı. Evet 25 yıl önce rüyasında gördüğü şahıs da bu şahıstı. Yavaşça: "Bu sualin cevabına mezun olmak şöyle dursun, bilakis memurum!" buyurdu. Ancak rüyada olduğu gibi Resulullah efendimizin huzurunda bulunduğundan cevap vermekte mazur olduğunu bildirdi. Bâb-ı Rahme'den dışarı çıktıktan sonra hem meseleyi cevaplandırdı ve hem de rüyayı tafsilatı ile anlattı.
 
Hüseyn Hilmi bin Saîd İstanbulî Hoca Efendi

Din bilgilerinde derin âlim ve tesavvuf ma'rifetlerinde kâmil ve mükemmil olan kerâmetler, hârikalar sâhibi Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretlerinin talebesi ve yetişdirdiği yetkili bir âlimdir. Kitâbları bütün ülkelerde okunmakdadır. Tam İlmihâl Se'âdet-i Ebediyye başta olmak üzere, 14 Türkçe, 60 Arabca ve 25 Farsca ve bunlardan terceme edilen, Fransızca, İngilizce, Almanca, Rusca ve diğer dillerdeki yüzlerce kitâbın yazarıdır. 8 Mart 1911'de, Eyyûb Sultân'da doğdu, 26 Ekim 2001'de vefat etdi. Çok sayıda insanın katıldığı cenâze nemâzından sonra Eyyûb Sultân'daki âile kabristânına defn edildi.
Hüseyin Hilmi Işık, 1966 senesinde İstanbul'da Işık Kitâbevi'ni, sonra da Hakîkat Kitâbevi'ni açtı. 1976 yılında, İhlâs Vakfı'nı kurdu. Türkçe, Almanca, Fransızca, İngilizce ve ofset ile hazırladığı Arabî, Fârisî yüzden fazla kitâbı dünyânın her tarafına yaydı. Bütün bu hizmetlerin, Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî hazretlerinin tasarrufları ve himmetleri ile ve İslâm âlimlerine olan aşırı sevgi ve saygısının bereketi ile olduğunu söylerdi.
Tam İlmihâl Se'âdet-i Ebediyye yüzlerce kıymetli eserden hazırlanmıştır. İstifade edilen bu eserler, çeşitli kütüphanelerde mevcuttur. Redd-ül-Muhtar, Halebî, Hadîka, Mektubat-ı Rabbânî gibi birçok kıymetli kitaplardan meydana gelen bu eseri okuyan, bahsi geçen muteber kitaplardaki gereken bilgileri okuyup öğrenmiş olur. İmanın esasları, Ehl-i sünnet itikadı çok geniş ve herkesin anlayabileceği şekilde açıklanmıştır. Bâtıl fırkalar ve dinler, inançlar bildirilmiş, Müslümanlar bunların zararlarından korunmuştur. İtikadî meselelerden sonra, İslam’ın beş şartı çok geniş bir şekilde açıklanmıştır. Her konu Hanefî mezhebine göre hazırlanmış, zaman zaman diğer üç mezhebe göre de hükümler ayrıca bildirilmiştir. Hiçbir Türkçe ilmihâlde olmayan, ihtiyaç hâlinde yapılan mezhep taklidi geniş olarak açıklanmıştır. Müslümanların herhangi bir özürle kendi mezhebine göre yapamadığı amelleri, hak olan dört mezhepten birini taklit ederek nasıl yapacağı anlatılmıştır. Kırk yıldan fazla süren bir araştırmanın mahsulü olan ve yüzden fazla baskısı yapılan bu eser, çeşitli ilim adamlarının tetkikinden de geçmiştir.
Abdülhakîm-i Arvasi hazretlerinin oğlu derin âlim merhum Üsküdar ve Kadıköy müftüsü Ahmet Mekki Efendi, Seâdet-i Ebediyye kitâbına yazdığı takrizde şöyle söylemektedir: "Asrımızın fâdıllarından, zamânımızın bir tânesinin yazmış olduğu Seâdet-i Ebediyye kitâbına göz gezdirdim. Bu kitâpta, kelâm, fıkıh ve tasavvuf bilgilerini buldum. Bunların hepsinin, bilgilerini nübüvvet kaynağından almış olanların kitâplarından toplanmış olduğunu gördüm. Bu kitâpta, Ehl-i sünnet velcemâ'at itikâdına uygun olmayan hiçbir bilgi, hiçbir söz yoktur. Ey Temiz gençler! Dînî ve millî bilgilerinizi, bu latîf, benzeri bulunmayan, belki de, ileride bir benzeri yazılamayacak olan, bu kitâptan alınız!
  
Suallerimize verdikleri cevaplardan dolayı Mehmet Ali Demirbaş hocaya, Mehmet Çetin Demir ve Dinimiz İslam kuruluna teşekkürlerimizi arz ederiz.